31 Ekim 2011 Pazartesi

Zimbabwe Kriketinin Bugünü ve Yarını



2006 yılında Zimbabwe’nin Test statüsünü askıya almasından sonra yaşanan gerginlikler nedeniyle o yıl bölgeler arasında oynanan 4 günlük maçların turnuvası Logan Kupası oynanamadı. Zimbabwe Kriket yönetiminin, ülkeden ayrılan oyuncular nedeniyle kalitenin çok düşeceği ve bunun da Zimbabwe kriketinin imajını sarsacağı nedeniyle böyle bir karar aldığı söylense de başkan Robert Mugabe’nin bu kararda ne kadar etkili olduğu hep merak konusu oldu.  Aynı yılın Kasım ayında oyunculardan Mark Vermeulen’in ciddi bir psikotik atak geçirerek Zimbabwe Kriket Akademisi’ni ve yönetim binasını yakması, maddi sıkıntılarla boğuşan ülkede krikete önemli bir darbe vurdu. Vermeulen davası kriket gündemini uzun süre meşgul etti ve kundakçılıktan yargılanan Vermeulen, akli dengesinin yerinde olmaması nedeniyle hakkındaki suçlamaların düşmesiyle serbest kaldı.
2007 Dünya Kupası öncesi  yine oyuncularını kaybetmek istemeyen Zimbabwe, borç para bularak oyuncularına kontrat önerdi ve Dünya Kupası’na katılacak bir kadro oluşturmayı başardı. Başarısız geçen Dünya Kupası’ndan sonra ilk kez düzenlenen T20 Dünya Kupası’nda mücadele eden Zimbabwe, ilk grup maçında Avustralya’yı yenerek dikkatleri üzerine çekmesine rağmen gruptan çıkmayı başaramadı. Kupa sonrası ülkede kriketin standartlarının korunması için Güney Afrika’dan ciddi destek alan Zimbabwe, zaman zaman Güney Afrika, West Indies ve Hindistan gibi ülkelerle evinde ODI serisi oynamasına ve başarılı sonuçlar almasına rağmen tekrar kendisini kabul ettirebilmesi zor oldu.
Uluslararası Kriket Konseyi‘nin (ICC) Zimambwe’nin tekrar Test statüsüne geri dönmesi için yapılan çağrıları reddetmesi tepki toplasa da bunun politikayı da içeren bir karar olması nedeniyle Hindistan, Avustralya gibi ülkelerin sesi fazla çıkmadı. 2008 sonunda ülkede Robert Mugabe’nin mutlak hakimiyetinin sona ermesi (Mugabe devlet başkanlığına devam etti) ve Morgan Tsvangirai’nin başbakan olması demokrasinin ve ekonominin tekrar oturması için önemli bir adım oldu. 2009’dan itibaren ekonomide yaşanan düzelmenin krikete olumlu etkisi kaçınılmazdı. Sahada performansı yükselen Zimbabwe’nin saha dışında da krikete yapılan önemli yatırımlar ve sağlıklı bir sisteme tekrar kavuşması sayesinde uzun süredir beklenen geri dönüşün önündeki son engel de kalktı ve geri dönüş sonrası ilk maçın Ağustos 2011’de Bangladeş ile başkent Harare’de oynanacağı açıklandı.
4 Ağustos 2011’de oynanacak ilk maç öncesi Bangladeş karşısında Zimbabwe’nin ne yapabileceği merak konusuydu. Uzun süredir bu günü bekleyen Test oyuncuları iddialı olsalar da Bangladeş, aradan geçen yıllarda artık eskisi kadar kolay rakip olmadığını kanıtlamıştı. Kura atışını kazanan Bangladeş şaşırtıcı bir kararla atıcı olmayı seçtiğinde Zimbabwe’nin galibiyete bir adım attığı belliydi ve beklenen mutlu son 5. günde geldi. Maçı 130 koşu farkla kazanan Zimbabwe, böylece 6 yıla yakın süren sürgün döneminin ardından destansı bir geri dönüşe imza atmayı başardı.
Bu geri dönüşün ardından 1 Kasım’da Yeni Zelanda gibi daha zorlu bir rakiple oynayacak Zimbabwe’ye şans verenlerin şansı fazla olmasa da, Zimbabwe kriketi için umutsuz olmanın gereği olmadığını düşünüyorum. Özellikle geçen yıl ciddi sponsor desteği sayesinde yerel turnuvaların kalitesinin yükselmiş olması, ülkeden kaçan birçok oyuncunun tekrar ülkede kriket oynamaya başlaması ve T20 yerel liginde yabancı oyuncuların da boy göstermesi hep olumlu sinyaller olarak algılanmalı. Son olarak Reebok ile yapılan milyon dolarlık anlaşma da ülkede kriketin gelişmesi için kullanılacak gerekli kaynağın yaratılması için önemli. Bu gelişmeler ışığında Zimbabwe’nin kısa vadede olmasa bile orta vadede  tekrar eski rekabetçi kimliğini geri kazanmasının beklemek hayal değil.

29 Ekim 2011 Cumartesi

Zimbabwe Kriketinin Kısa Tarihi

Zimbabwe’nin Test statüsünü geri kazanması ve yaklaşan Yeni Zelanda Test maçı öncesi iki bölüm halinde Zimbabwe kriketinin kısa tarihi ve geleceğe bakışı konulu bir yazı yazmayı düşündüm. İlk bölümde 1980-2006 arasında neler yaşandığını hatırlatmakta fayda var.
1980’de bağımsızlığı tanındıktan sonra uluslararası alanda temsil edilmeye başlayan Zimbabwe 1983’ten itibaren düzenlenen üç Dünya Kupası’na katıldıktan sonra, 1992’de Uluslararası Kriket Konseyi (ICC) tarafından tam üyeliğe yükseltildi. İlk Test maçının aynı yıl Hindistan ile oynayan Zimbabwe’nin ilk yıllarda oynadığı maçlarda aldığı başarısız sonuçlar ‘Acaba Test statüsüne erken mi yükseltildiler?’ sorusunun sorulmasına yol açsa da tek günlük maçlarda (ODI) rekabetçi olmaları ve aldıkları galibiyetler sayesinde saygı duyulan bir takım olmayı başardılar. Murray Goodwin, Andy ve Grant Flower kardeşler, Paul Strang, Heath Streak, Neil Johnson gibi üst düzey oyuncularla kalitesini yükselten Zimababwe, ilk Test galibiyetini Pakistan karşısında 1995 yılının Şubat ayında almayı başardı. 1998 yılında ülke dışında ilk Test serisi galibiyetini Pakistan’da 1-0 ile alan Zimbabwe, 199 yılındaki Dünya Kupası’nda yarı finali kılpayı kaçırır.
Yeni milenyuma daha da güçlü bir takım olmayı hedefleyen Zimbabwe için işler, ülkenin lideri Robert Mugabe’nin siyaseti kriketin içine sokmasıyla ve oyuncu seçiminde Afrika kökenli oyuncuların ön plana çıkarılması girişimleri nedeniyle giderek kötüleşmeye başladı. Ülkede demokrasinin büyük yara alması, uygulanan yanlış sosyal ve ekonomik politikalar Zimbabwe’de huzursuzluğu giderek arttırırken 2003 yılında Güney Afrika ile ortak organize edilen Dünya Kupası’nda Andy Flower ve Henry Olonga’nın protestoları Mugabe rejimi ve Zimbabwe kriketi arasındaki mücadelenin doruk noktası olur. Ülkedeki ‘demokrasinin ölümü’ne tutulan yası simgeleyen siyah bantı takan bu iki oyuncu derhal takımdan çıkarıldı ve ülkeden kaçmak zorunda kaldı.
Dünya Kupası sonrası yeni bir jenerasyon yetiştiren ve geçmiş 10 yılın öncülerinin yerine takıma yerleştiren Zimbabwe kriketi, protesto sonrası Mugabe rejiminin baskısı sonrası en büyük yarayı 2004’te aldı. Kaptan Heath Streak’in kovulması, takımdaki 14 oyuncunun Zimbabwe Kriket Birliği’nin (ZCU) siyasetin gölgesinde oyuncu seçimine karar vermesi ve politikaya bulaşmasını protesto etmesiyle ve takımı bırakmasıyla sonuçlandı. Tecrübesiz oyuncularla Sri Lanka’ya karşı oynamak zorunda kalan ve ağır bir yenilgiye uğrayan Zimbabwe, 2004 yılında başka Test maçı oynamamayı kabul etti ve maçlarını askıya aldı.
2005 yılının başında ZCU’nun tekrar Streak’i kaptanlığa geri dönmeye ikna etmesi, isyan bayrağını çeken tecrübeli oyuncuların büyük bir kısmını takıma geri döndürse de ülkede çözümsüz kalan ekonomik ve siyasi durum oyuncuları bir kez daha yönetimle karşı karşıya bıraktı. 2005 Ağustos’unda Yeni Zelanda’yı konuk eden Zimbabwe’nin ilk Test maçında aldığı ağır ve aşağılayıcı yenilgi (maç sadece2 gün içinde bitti, ev sahibi ekip bir gün içinde 2 kez all out olan tarihteki 2 takım ünvanını kazandı) takımın dibe vurmasına yol açtı. Daha sonra oynadığı Hindistan serisini de ağır yenilgilerle kapatan Zimbabwe’de Heath Streak emekliliğe ayrıldığını açıkladı. Yeni kaptan Tatenda Taibu’nun ZCU ile yapılan görüşmelerde sonuç alınamaması nedeniyle görevinden çekilmesi, kaosu derinleştirdi.
Ocak 2006 yılında ZCU’nun ülkenin en iyi 37 oyuncuya merkezi kontrat önermemesi nedeniyle oyuncular isyan bayrağını çekti ve başkan Peter Chingonka’nın istifasını istedi.   İşleri daha da kötüleştiren Zimbabwe hükümetinin, başkan Mugabe’nin emriyle ZCU’nun yönetimini devralması ve yönetimdeki tüm beyaz ve Asya kökenlileri kovması bardağı taşıran son damla oldu ve 18 Ocak 2006’da Zimbabwe, kendi isteğiyle Test statüsünü askıya almak için başvurdu.  Böylece 5 yıldan fazla sürecek bir sürgün dönemi başlamış oldu.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Kralın Dönüşü: Jacques Rudolph


Bir gün havaalanında uçak beklerken eşim ‘Şurada duran adam bizim Rudolph değil mi?’ diye uyarmasaydı kendisiyle tanışma fırsatı bulamayacaktık. Şapka ve gözlük taktığı için belki birisi tarafından tanındığı için çok şaşırmıştı. İlk önce nereden geldiğimizi sordu, Türkiye’den olduğumuzu söyleyince şaşkınlığı bir kat daha arttı. Türkiye’de kriketin takip edilip edilmediğini sordu, takip edilmediğini ama eşimin sıkı bir Güney Afrika taraftarı olduğunu söylediğimde bizimle koyu bir sohbete başladı. O dönemde Rudolph Güney Afrika takımı aday kadrosundan yeni çıkarılmıştı. Klasik bir Türk yaklaşımıyla ‘Abi sana ayıp ettiler, aslında oynamak senin hakkındı ama senin yerine Hashim Amla’da ısrar ediyorlar. Amla’dan ne köy olur ne kasaba’ şeklinde olaya ‘damardan’ girince kelimelerini dikkatli seçip eleştiri dozunu ayarlayarak o dönem seçicilerinin düşünceleri ve Güney Afrika takımının iç dinamikleri hakkında yüzeysel de olsa bilgi vermişti.


2007 yılında Kolpak kuralları çerçevesinde İngiltere’ye yerleşen ve kriket yaşantısına Yorkshire takımıyla devam eden Rudolph, zaman içerisinde giderek kendini geliştirip arka arkaya iyi performanslar gösterdiğinde fark edildi ki Rudolph’un ayrılığı G.Afrika için ciddi bir kayıptı. Uzun süre Test sıralamsında birincilik için oynayan Güney Afrika harika oyunculara sahip olmasına rağmen bir türlü açılış vurucusu ve 6. sıra vurucusu pozisyonları için istikrarlı bir oyuncu bulamamış ve Neil McKenzie, Alviro Petersen, Jean Paul Duminy, Ryan McLaren, Johan Botha gibi denemelere rağmen istikrara kavuşamamıştı. Diğer yandan Rudolph’un ismi İngiltere Test takımı için anılmaya başlamıştı ve 2011 yılına kadar Yorkshire’da oynamaya devam etse İngiltere’yi temsil etme hakkı kazanacaktı.

Bu tabloyu bozan ise Jacques Rudolph’un karısı Elna oldu. Bulaşıcı hastalıklar ve özellikle AIDS üzerine uzmanlaşmış bir doktor olan Elna, Leeds’ten sıkılmıştı ve ülkesine dönüp insanlarına yardım elini uzatmak istediğinde Rudolph, 2010 yılında Kolpak anlaşmasını bozarak ülkesinin takımlarından Nashua Titans ile anlaştı. 2010 sezonunda ülkesinde first class (4 günlük maçlar) maçlarda en çok koşu yapan oyuncusu olarak turnuvayı kapattığında milli takıma geri dönüş artık kaçınılmazdı. Bu yıla da harika bir başlangıç yapan oyuncuyu kimse görmezden gelemeyecekti. Kariyerinin ilk dönemlerinde 2 kez Güney Afrika’da beyaz olmayan oyunculara yapılan pozitif ayrımcılık nedeniyle ülkesini temsil etme şansını kaçıran Rudolph, ilk maçında Bangladeş karşısında 2003 yılında oyun dışı kalmadan 222 yaptığından beri en mutlu gününü 22 Ekim Cumartesi günü yaşadı ve 2006 yılından sonra tekrar Test takımına açılış vurucusu olarak geri çağırıldığını öğrendi. Eğer bir aksilik olmazsa 9-13 Kasım tarihleri arasında Avustralya ile oynanacak ilk Test maçında Graeme Smith’in açılış vurucusu ortağı olarak izleyeceğimiz Jacques Rudolph’a (bir Avustralya taraftarı olmama rağmen) şimdiden en içten başarı dileklerimi iletiyorum.

Ek was nog altyd seker dat jy sal terugkom (Her zaman geri döneceğinden emindim)

21 Ekim 2011 Cuma

Kriket Üzerinden Çeşitlemeler: 2. Bölüm

Not: Bu yazıyı Şampiyonlar Ligi sırasında yazdım ama nedense şimdi yayınlıyorum.

Şampiyonlar Ligi'nin tam ortasında bu mini yazı dizisi nereden çıktı diye de sorulabilir. İtiraf etmeliyim ki sohbetlerde kriketin ya dalga ya da aşağılama konusu olmasına yabancı değilim fakat son dönemde söz konusu oyunla ilgili bazı yargıları eleştirmezsem de ben rahatsız olacağım. 1. bölümde aslında Türkiye'deki insanların bu oyunu sevebileceklerini, fakat beyinlerin yeni şeylere kapalı olmasından ötürü yabancı gelen her şeyi reddetme dürtüsünün ağır bastığını belirtmiştim. Bu bölümdeyse bunun sebebinin hiç de tesadüfi olmadığını, hangi sporları sevip hangilerini sevmeyeceğimizi seçtiğimizi değil, bunların bize öğretildiğini iddia ediyorum.

Yazıyı bitirdikten sonra gözden geçirip önce şu sorulu paragrafla başlamayı uygun gördüm. Kriket için "Aptal Hinduların" ya da "Züppe İngilizlerin" oyunu deniyor. Pakistanlılar bu oyuna tapıyor, Karayiplilierse adalarını bir arada tutan bir spor olarak görüyorlar. Avustralyalılar için adeta milli sembol. Oyun gördüğüm kadarıyla farklı koşullarda-bir şekilde- yaygınlaşmış. Ülkemizde yaşayan ve kriketi beğenmeyen hatta hakaret edenler için soruyorum, bu kadar adam salak da bir biz mi seçmeyi başardık doğru sporu?

Kriketin en önemli sorunu, günümüzün  şartlarına, baskın hayat görüşlerine  ya da  'Spor nedir?' sorusuna verilecek cevaplara uygun kriketlere sahip olmayışı.

Benim şahsi paranoyam da olabilir fakat ne yana baksam hızlı tüketim, çabuk mutluluk, emeksiz kazanç ve özensiz yaklaşım görüyorum.Eski filmlerde olayların hızlıca gelişmesinden çok diyaloglara önem verilirdi. Eski kitaplarda betimlemeler ve psikolojik analizler sayfalar sürerken, şimdi insanların kolayına gelen, sürekli heyecanla pompalanan okuma alışkanlığı. Restoranlara gittiğinizde insanlar sizden hemen bir şey yemenizi bekledikleri gibi gelen yemekle de keyif yapmanıza izin vermiyorlar. Başka bir arzunuz yoksa hemen kalkın ki yeni bir müşteri kredi kartı limitini doldurmaya başlasın.

Tüm bunların sporla ne ilgisi var? Ne yazık ki ülkemizde, günümüz spor anlayışı da aynı doğrultuda gelişti. Tüketime çok meraklı olduğunu son ekonomik gelişmelerle ve ayran almaya paramız yokken ayfonlarla patlatılan iç talebimizle kanıtlayan toplumumuzun biricik sevgilisi, askeri cuntaların devreye girdiği her ülkede olduğu gibi futbol oldu. 90 dakikada ne var ne yoksa tüketiyoruz. Gol oluyor, avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz, faul oluyor; hakeme kızıyoruz, küfür kıyamet. 1-0 mağlupken 2-1 öne geçiyoruz ve adrenalin iniş çıkışlarını yaşarken  tuttuğumuz takım yenmişse kendimizi de yenmiş sayılıyoruz. Fast foodçudaki kuyrukta birazdan yiyeceği hamburgerin boyutunu, patateslerin lezzetini ve içeceğin soğukluğunu hayal ettiğimiz, kısa bekleyişten sonra gelen yemeği bir lokmada mideye indirdikten sonra duyduğumuz mutluluğa benzetiyorum ben bunu. Kimse klasik müzik dinlemez çünkü 'sıkıcıdır'. Onun yerine, bir-iki kelimede ulvi dertlerimizi dillendirebildiğimiz "Buralara kar günü yaz yağıyor canım" şarkıları var değil mi. Eller havaya; 2-3 saat boyunca maksimum keyif. Tüm hafta boyunca plazalarına kıstırılmış insanların cumartesi doldurduğu sokaklarda kendini kaybeden insanların hikayesi bu; futbol da onların sporu.

Kriketi neden seviyorum? Bu geleneksel spor, tüm dünyada 'ham hum şaralop' mantığı hakimken dahi 22 kişiyi toplayıp 5 gün boyunca maç yaptırabiliyor. Tribünlerde izleyenlerin sayısı her geçen gün azalıyor ama kriketçiler topla sopa arasındaki savaşta, inandıkları yolda ilerlemeyi sürdürüyorlar. Krikette acele yok, sabır var. Bu oyunda dangul dungulluk yok, özen var. Zaten İngilizler bu oyunu bulduklarında amaçları eğlenmek değil, beden ve de ruh terbiyesiydi.

İnsanların bir şeye ilgi duyması için içinde ille de bitmez tükenmez heyecana yer vermesi gerekmiyor. Bir spordan keyif almanız için ille de işin sonunda ne olacağını görmeniz de gerekmiyor. Krikette her atılan, bir futbol maçıdır. Atıcı bir gol atabilir, vurucu 2 golle geri gelir, alan oyuncusu da 90 artı bilmem kaçta maçı verir. Sonuçtan değil süreçten zevk almak esastır. Zaten kriket stadyumları, 'zengin insanların züppe züppe koltuklarında maç izledikleri' alanlar değil, özellikle bazı ülkelerde de  mangallarını yanlarına alıp çoluk çocuk keyif yaparken bir taraftan da oyunu takip ettikleri, bir güzel falsolu atış, bir küçük dahiyane dokunuşla alınan koşuları gördükleri yerlerdir.

Benim yaşadığım dünyada bir sürü kavram yeni baştan yaratıldı: Güzel bir kadın nasıl olur?'dan tutun da 'Hangi kıyafet düzgündür?' ya da 'Hangi yemek lezzetlidir ya da sağlıklıdır''a kadar. Tatil denilen şey, insanın kafasına göre takılma özgürlüğüdür bana göre, ama şimdi Bali'de denize girmeden tatile çıktım demiyor kimse. Ne yazık ki bu koşullarda kriketin de sevilmesi beklenemez. Bu oyunda her an avazınız çıktığı kadar bağırıp deşarj olamazsınız; bazen bir gerilim filmi izler gibi gerilirsiniz, bazen macera filmindeki kahramanlıklardan keyif alırsınız, klasik müzik konserine gitmiş gibi, bazen uyuklar, bazen de düşüncelere dalarsınız.

Kriket bir satranç oyunudur. Orhan Ayhan bir röportajında  bir defasında boksu futboldan daha çok sevdiğini söylemiş, "Futbolda bir topla 2 kale var, boksta 10 kale var" gibilerinden bir benzetme yapmıştı. Anlatmak istediğim de bu; kimileri boksu bir vahşi dövüş olarak izler, kimileri içinse beynin bir sürü veriyi aynı anda işlediği bir zeka oyunudur. Krikette bir  top, topun yüzeyi, zeminin rengi, havanın nemli, sıcak ya da rüzgarlı olması, o haftanın kapalı havayla geçmesi, oyuncunun formu ve daha saymak istemediğim(çünkü çok var) bir sürü faktör devreye girer ve vurucu oyuncu gelen topu karşılarken tüm bunları iyi özümsemişse ve beyniyle, hızlıca işleyebilirse başarılı olabilir.

Herkes endüstriyel futbola karşı. Fakat herkes geleneksel krikete de karşı? Merak etmeyin, kriketin de endüstriyelini icat ettiler. Ha bu arada fair-playciler; krikette hakeme itirazda yerleşmiş ahlaki bir sınır çerçevesini aşan ya da birbiriyle kavga eden oyuncular görürseniz haber verin. Epey bir maç izlemek zorunda kalacaksınızdır. İyi eğlenceler. 

10 Ekim 2011 Pazartesi

T20 Şampiyonlar Ligi'nin Ardından

Kriketin en kısa süren versiyonu, yani Twenty20 formatında düzenlenen en yüksek ödüllü kulüplerarası turnuva Şampiyonlar Ligi, dünkü finalle tamamlandı. Maçları yakından takip edip turnuvayı sizler için değerlendirdik.

Şampiyon: 6 takımın elemelere katıldığı ve üçünün ana tabloya dahil olduğu turnuvada, 5’er takımdan iki grupta ilk ikiye giren takımlar Sommerset, New South Wales Blues, Royal Challangers Bangalore ve Mumbai Indians yarı finale yürürken, grup maçlarının sonuna kadar neredeyse hiçbir takımın tur atlamayı garantileyememesi, çekişmenin göstergesiydi.3. Kez düzenlenen Şampiyonlar Ligi’ni, evsahibi Hindistan takımlarının yer aldığı finalde Royal Challangers Bangalore’u 31 koşu farkla yenen Mumbai Indians kazandı.

Soru: Sizce Mumbai Indians turnuvayı kazanmayı hak etti mi?

O.B:  Öncelikle bana göre turnuvayı en iyi takımın kazandığını söylemek zor. Kağıt üzerinde Mumbai, kendisinden daha güçlü takımların arasından sıyrılmayı başardı. Bunda tabii ki çok yakın biten grup maçlarında diğer sonuçların da kendi lehine gelişmesinin rolü büyük. Yine de yarı final ve final maçlarında atıcılarının gösterdiği performans, vurucuların da yaptığı iyi skorlarla birleşince şampiyonluğu kazanmayı başardılar. Bu da dengeli kadro yapısının sayesinde gelen bir başarı Bunu yakalayabilmeleri kilidi açmalarını sağladı.

Takımlar: Avustralya, Güney Afrika ve İngiltere’den yerel T20 ligi finalistleri Karayipler,Yeni Zelanda ve Sri Lanka yerel T20 ligi şampiyonları ile, Hindistan yerel lig yarı finalistlerinin tümü –elemerle birlikte- mücadeleye girişti. CLT20_2009’u kazanmayı başaran New South Wales, bir senenin ardından yine devler liginde boy gösterdi ancak yarı finali geçememesi, South Australia’ysa yarı finale gittiği geçen senenin ardından, grup aşamasında elenmesi dikkat çekiciydi. Turnuvaya farklı galibiyetlerle başlayan Güney Afrika takımları Warriors ve Cape Cobras’ın da ilk turu geçememesi ilginçti. Yeni Zelanda ve Sri Lanka temsilcilerinin elemelere tabi tutulması ve ana tabloyaya girememesi de temsil açısından üzücüydü. Geçen yıl, İngiliz takımlarından yoksun turnuvadan sonra Sommerset’in bu kez yari finale yürümesi önemli bir başarı hikayesi oldu. Grupta 2 maç alıp, iki maçını son topla kaybedip ilk turda elenen ama nispeten isimsiz oyuncularına rağmen, ortaya koyduğu oyunla herkesin takdirini kazanan Trinidad&Tobago da mansiyonu hak etti.

Soru: Şampiyonlar Ligi’ni yine bir Hindistan takımının kazanması turnuvaya ne gibi etki eder?

O.B:  Turnuvaya olan ilgi veya Hindistan dışındaki takımların katılımı azalmaz, aksine ortada dönen ödül miktarı yüksek oldukça bu turnuva her zaman ilgi çeker. Zaten Uluslararası Kriket Konseyi’nin (ICC) bu turnuva için ayrı bir pencere açacağı ve o dönemde uluslararası maç oynatmayacağı düşünülürse her oyuncu bu turnuvada oynamak isteyecektir. Bir de turnuvanın çekişmeli maçlara sahne olduğunu düşünürsek ilgi artarak devam edecektir.

Stadyumlar: Maçlar Chennai’deki tarihi Chepauk ya da bugünkü ismiyle MA Chidambaram Stadyumu’yla, Bangalore’daki Chinnaswamy Stadyumu’nda oynandı. Chepauk’taki maçlar genellikle düşük skorlarla biterken Bangalore’dan üst üste sayı rekorları kırıldı.

Soru: Evsahiplerinden Royal Challangers Bangalore’un finale kadar Chennai’de oynanamaması turnuvada ortaya çıkan sonuçlara ve oyunun kendisine etkisi neydi?

O.B:  Kriketin vurucular ve atıcılar açısından eşit imkan sunan zeminlerde oynandığında maçların daha güzel geçtiği bir gerçek. Finale çıkan Royal Challengers Bangalore’un finalden önce oynadığı 5 maçta sadece 18 wicket almış olması, buna rağmen son 2 maçında hem South Australia hem de New South Wales’i 200 üzeri skorları geçerek yenmesi çoğu kişinin aklına şu soruyu getirdi. Acaba T20 kriketin geleceğinde atıcıların rolü azalacak ve takımlar kadroda vuruculara fazla mı ağırlık verecekler? Neyse ki Bangalore, finalde benzer bir galibiyet alamadı ve tüm kriketseverlerin içi rahatladı. Yine de önümüzdeki yıllarda sadece skor fazla olsun, 4 ve 6 sayı getiren büyük vuruşlar sıklıkla yapılsın, böylece seyirciler coşsun beklentisiyle stad zemininin hazırlanmasının önüne geçilmeli düşüncesindeyim.

Turnuvanın döndüğü an: Arun Karthik’in kahramanlığı. Royal Challangers Bangalore takımının wicketkeeper(kalecilik) görevini üstlenen genç oyuncu, South Australia maçının son topunda beklenmedik şekilde mükemmel bir vuruş yaptı ve gerekli 6 sayıyı alarak takımını yarı finale çıkardı. Güney Avustralyalılar kazansaydı, yarı finale çıkacaklar ve çok farklı maçların ortaya çıkmasına sebep olacaklardı.

Soru: Size göre turnuvada öne çıkan oyuncular kimlerdi?

O.B: Turnuvanın öne çıkan oyuncularını düşündüğümüzde zaten Lasith Malinga, David Warner, Jacques Kallis gibi oyuncular popüler oyuncular ve herkes tarafından tanınıyor. Ben ise daha çok turnuva öncesi uluslararası alanda isim yapmamış oyuncular içerisinden dikkat çeken isimleri ön plana almak istedim. İlk olarak aklıma gelen de Sunil Narine oldu. Yerel ligde bile yeni yeni oynamaya başlayan 23 yaşındaki falsolu atıcı oynadığı 4 maçta aldığı 8 wicketın yanında fazla koşu vermemesi ile de dikkat çekti. Genelde falsolu atıcılar yönünden güçlü isimlerin çıkmadığı Karayipler bölgesinden yetişen bu oyuncu, muhtemelen uluslararası alanda ülkesini kısa zamanda temsil etmeye başlayacaktır. İkinci isim ise Güney Afrika ekibi Warriors’ın açılış vurucusu Jon-Jon Smuts. Ülkesinde uzun süredir bilinen bir isim olmasına rağmen bu turnuvada takımına ciddi katkılar sağlaması (oynadığı 4 maçın üçünde 30 sayının üzerine çıktı) dikkatlerden kaçmadı. O da 23 yaşında ve önümüzdeki yıllarda adından söz ettirecektir. Bir dikkat çekici isim de New South Wales’in hızlı atıcısı Patrick Cummins oldu. 18 yaşındaki genç yetenek şimdiden Avustralya’nın önümüzdeki 15 yılına damga vuracak isim olarak gösteriliyor, bu büyük organizasyonda da yeteneği, cesareti ve olgunluğuyla yıldızlaştı. Eğer sakatlıklardan uzak durabilirse beklentileri karşılayacaktır.

Yaklaşık 3 hafta süren mücadeleler, pek çok unutulmaz maça sahne oldu. Trinidad Tobago’nun hem Mumbai’ye, hem de New South Wales’a son topta kaybetmesi, turnuva tarihine geçti. Bangalore, Şampiyonlar Ligi tarihi sayı rekorunun iki defa kırıldığı maçla yarı finale çıkması ilginçti. Yine, Avustralyalı David Warner’ın 135’le T20 tarihi sayı rekorları listesine dördüncü sıradan girdiyse de takımı New South Wales’in elenmesini engelleyemedi.

Soru: Turnuvanın bu denli ilginç maçlara sahne olması, kriketin ve T20’nin geleceğini nasıl etkiler?

O.B: Gerek organizasyon gerek maçların kalitesi bakımından başarılı geçen bir turnuvanın ardından bu geleneksel sporun geleceğinin parlak olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle bu yıl uluslararası düzeyde oynanan Test maçlarının, tek günlük (ODI) maçların Dünya Kupası’nın ve de Twenty20 Şampiyonlar Ligi’nin büyük heyecana sahne olduğunu düşünürsek, için bu turnuvanın başarısı kriketin hem popülaritesinin artması hem de ülkemiz gibi yeni yeni kriketin takip edilmeye ve oynanmaya başladığı ülkelerde yaygınlaşması için büyük bir fırsat sunuyor.