21 Ekim 2011 Cuma

Kriket Üzerinden Çeşitlemeler: 2. Bölüm

Not: Bu yazıyı Şampiyonlar Ligi sırasında yazdım ama nedense şimdi yayınlıyorum.

Şampiyonlar Ligi'nin tam ortasında bu mini yazı dizisi nereden çıktı diye de sorulabilir. İtiraf etmeliyim ki sohbetlerde kriketin ya dalga ya da aşağılama konusu olmasına yabancı değilim fakat son dönemde söz konusu oyunla ilgili bazı yargıları eleştirmezsem de ben rahatsız olacağım. 1. bölümde aslında Türkiye'deki insanların bu oyunu sevebileceklerini, fakat beyinlerin yeni şeylere kapalı olmasından ötürü yabancı gelen her şeyi reddetme dürtüsünün ağır bastığını belirtmiştim. Bu bölümdeyse bunun sebebinin hiç de tesadüfi olmadığını, hangi sporları sevip hangilerini sevmeyeceğimizi seçtiğimizi değil, bunların bize öğretildiğini iddia ediyorum.

Yazıyı bitirdikten sonra gözden geçirip önce şu sorulu paragrafla başlamayı uygun gördüm. Kriket için "Aptal Hinduların" ya da "Züppe İngilizlerin" oyunu deniyor. Pakistanlılar bu oyuna tapıyor, Karayiplilierse adalarını bir arada tutan bir spor olarak görüyorlar. Avustralyalılar için adeta milli sembol. Oyun gördüğüm kadarıyla farklı koşullarda-bir şekilde- yaygınlaşmış. Ülkemizde yaşayan ve kriketi beğenmeyen hatta hakaret edenler için soruyorum, bu kadar adam salak da bir biz mi seçmeyi başardık doğru sporu?

Kriketin en önemli sorunu, günümüzün  şartlarına, baskın hayat görüşlerine  ya da  'Spor nedir?' sorusuna verilecek cevaplara uygun kriketlere sahip olmayışı.

Benim şahsi paranoyam da olabilir fakat ne yana baksam hızlı tüketim, çabuk mutluluk, emeksiz kazanç ve özensiz yaklaşım görüyorum.Eski filmlerde olayların hızlıca gelişmesinden çok diyaloglara önem verilirdi. Eski kitaplarda betimlemeler ve psikolojik analizler sayfalar sürerken, şimdi insanların kolayına gelen, sürekli heyecanla pompalanan okuma alışkanlığı. Restoranlara gittiğinizde insanlar sizden hemen bir şey yemenizi bekledikleri gibi gelen yemekle de keyif yapmanıza izin vermiyorlar. Başka bir arzunuz yoksa hemen kalkın ki yeni bir müşteri kredi kartı limitini doldurmaya başlasın.

Tüm bunların sporla ne ilgisi var? Ne yazık ki ülkemizde, günümüz spor anlayışı da aynı doğrultuda gelişti. Tüketime çok meraklı olduğunu son ekonomik gelişmelerle ve ayran almaya paramız yokken ayfonlarla patlatılan iç talebimizle kanıtlayan toplumumuzun biricik sevgilisi, askeri cuntaların devreye girdiği her ülkede olduğu gibi futbol oldu. 90 dakikada ne var ne yoksa tüketiyoruz. Gol oluyor, avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz, faul oluyor; hakeme kızıyoruz, küfür kıyamet. 1-0 mağlupken 2-1 öne geçiyoruz ve adrenalin iniş çıkışlarını yaşarken  tuttuğumuz takım yenmişse kendimizi de yenmiş sayılıyoruz. Fast foodçudaki kuyrukta birazdan yiyeceği hamburgerin boyutunu, patateslerin lezzetini ve içeceğin soğukluğunu hayal ettiğimiz, kısa bekleyişten sonra gelen yemeği bir lokmada mideye indirdikten sonra duyduğumuz mutluluğa benzetiyorum ben bunu. Kimse klasik müzik dinlemez çünkü 'sıkıcıdır'. Onun yerine, bir-iki kelimede ulvi dertlerimizi dillendirebildiğimiz "Buralara kar günü yaz yağıyor canım" şarkıları var değil mi. Eller havaya; 2-3 saat boyunca maksimum keyif. Tüm hafta boyunca plazalarına kıstırılmış insanların cumartesi doldurduğu sokaklarda kendini kaybeden insanların hikayesi bu; futbol da onların sporu.

Kriketi neden seviyorum? Bu geleneksel spor, tüm dünyada 'ham hum şaralop' mantığı hakimken dahi 22 kişiyi toplayıp 5 gün boyunca maç yaptırabiliyor. Tribünlerde izleyenlerin sayısı her geçen gün azalıyor ama kriketçiler topla sopa arasındaki savaşta, inandıkları yolda ilerlemeyi sürdürüyorlar. Krikette acele yok, sabır var. Bu oyunda dangul dungulluk yok, özen var. Zaten İngilizler bu oyunu bulduklarında amaçları eğlenmek değil, beden ve de ruh terbiyesiydi.

İnsanların bir şeye ilgi duyması için içinde ille de bitmez tükenmez heyecana yer vermesi gerekmiyor. Bir spordan keyif almanız için ille de işin sonunda ne olacağını görmeniz de gerekmiyor. Krikette her atılan, bir futbol maçıdır. Atıcı bir gol atabilir, vurucu 2 golle geri gelir, alan oyuncusu da 90 artı bilmem kaçta maçı verir. Sonuçtan değil süreçten zevk almak esastır. Zaten kriket stadyumları, 'zengin insanların züppe züppe koltuklarında maç izledikleri' alanlar değil, özellikle bazı ülkelerde de  mangallarını yanlarına alıp çoluk çocuk keyif yaparken bir taraftan da oyunu takip ettikleri, bir güzel falsolu atış, bir küçük dahiyane dokunuşla alınan koşuları gördükleri yerlerdir.

Benim yaşadığım dünyada bir sürü kavram yeni baştan yaratıldı: Güzel bir kadın nasıl olur?'dan tutun da 'Hangi kıyafet düzgündür?' ya da 'Hangi yemek lezzetlidir ya da sağlıklıdır''a kadar. Tatil denilen şey, insanın kafasına göre takılma özgürlüğüdür bana göre, ama şimdi Bali'de denize girmeden tatile çıktım demiyor kimse. Ne yazık ki bu koşullarda kriketin de sevilmesi beklenemez. Bu oyunda her an avazınız çıktığı kadar bağırıp deşarj olamazsınız; bazen bir gerilim filmi izler gibi gerilirsiniz, bazen macera filmindeki kahramanlıklardan keyif alırsınız, klasik müzik konserine gitmiş gibi, bazen uyuklar, bazen de düşüncelere dalarsınız.

Kriket bir satranç oyunudur. Orhan Ayhan bir röportajında  bir defasında boksu futboldan daha çok sevdiğini söylemiş, "Futbolda bir topla 2 kale var, boksta 10 kale var" gibilerinden bir benzetme yapmıştı. Anlatmak istediğim de bu; kimileri boksu bir vahşi dövüş olarak izler, kimileri içinse beynin bir sürü veriyi aynı anda işlediği bir zeka oyunudur. Krikette bir  top, topun yüzeyi, zeminin rengi, havanın nemli, sıcak ya da rüzgarlı olması, o haftanın kapalı havayla geçmesi, oyuncunun formu ve daha saymak istemediğim(çünkü çok var) bir sürü faktör devreye girer ve vurucu oyuncu gelen topu karşılarken tüm bunları iyi özümsemişse ve beyniyle, hızlıca işleyebilirse başarılı olabilir.

Herkes endüstriyel futbola karşı. Fakat herkes geleneksel krikete de karşı? Merak etmeyin, kriketin de endüstriyelini icat ettiler. Ha bu arada fair-playciler; krikette hakeme itirazda yerleşmiş ahlaki bir sınır çerçevesini aşan ya da birbiriyle kavga eden oyuncular görürseniz haber verin. Epey bir maç izlemek zorunda kalacaksınızdır. İyi eğlenceler. 

1 yorum: